"Burası eskiden annemin en sevdiği bahçeydi." diye yanıtladı kadın yumuşak bir sesle. Zarif parmaklarıyla bir çiçeği okşuyordu fakat çiçeğin adını hatırlayamıyordu. Umursamaz ses tonunda bir gerilim saklıydı, deponun altına gömdüğü yağ kadar yanıcı bir gerilimdi bu. Adamın bakışlarından bilerek kaçırıyordu gözünü, ne diyeceğini biliyordu çünkü. Alakasız teselliler, kendini beğenmiş ve suyu çıkmış benzetmeler... İyi niyetli fakat içi tamamen boş sözler. Adam, geçmişte olanlar yüzünden artık fazla üzülmemesini tembihleyecek, asla yaşanmayacak bir gelecekte ona katılmasını isteyecekti. Sonra da daha önce sayısız gecede olduğu gibi elini uzatıp kadının yanağına hafifçe dokunacaktı, tıpkı kadının çiçeği okşadığı gibi. Fakat kadın huzursuz hissediyordu, sonbahar akşamının geçmeyen sıcağından ve böceklerin bitmek bilmeyen sesinden bunaltı gelmişti. Adam ağzını henüz açamadan kadın çiçeğin sapını kopardı ve dönüp adama baktı. Adamın şaşkınlığını görünce gülümsedi ve ateşli çiçeği onun yaldızlı yakasına usulca yerleştirdi. "Gel hadi, gidelim. Bahçeyle birileri ilgilenir herhalde."
Ejderha tereddüt etti. Boğucu karanlığı süzerken göz kapakları demir plakalar gibi kapandı. Kadının tuzağına bir anlık bile olsa düşmemişti. Evet, kadın ejderhayı bu dar mağaraya çekmişti. Ne olacaktı ki? Ejderha kadına öyle aşağılayıcı baktı ki tüylerine karşı hissettiği gururdan aşağı kalır yanı yoktu. Kadının annesi on yıllar önce attığı okla ejderhanın boğazını delmişti, ejderhayı Alpaka güder gibi karanlık ormanın derinliklerine kovmuştu, ejderhayı insan köylerini yakıp yıkmak gibi basit bir zevkten mahrum bırakmıştı, ejderhanın nefretini sonuna dek hak etmişti. Bu kadınınsa annesine benzer hiçbir yanı yoktu. Karşısında duran bu titrek insan eniği, ejderhanın pençelerine ve kendisini bekleyen korkunç kadere asla karşı koyamayacak kırılgan bir yankıdan ibaretti. Varlığı bile başlı başına soyuna yakışmıyordu, ejderhaların kadim soyuna hakaretti resmen. Ne akla hizmet ejderhayı buraya getirdi ki? Böylesi saçma bir plan ancak kendi ölümüne yol açabilirdi. İşte tam o anda ejderha havada tuhaf bir koku aldı. Kısa bir anlığına düşüncelerini huzursuzluk kaplar gibi oldu fakat kendi kibrinin ağırlığı altında bu huzursuzluk hemen dağıldı.
Eski ahşap kapıyı açan adam tuhaf bir koku aldı, yağ gibiydi. Kuru odundu belki de. Hiç dikkate almayıp kadının elini tuttu ve beraber loş depoya girdiler. Ne olursa olsun adam ona yolu gösterecekti. Kendi kendine bir gün Çiçek Tüyü Klanına da böyle önderlik edeceğini düşündü. Hiç aldırmadan tavanda asılı devasa ejderha kafatasına baktı. Klanı terk etmeden önce burada böyle bir yadigar olduğunu hatırlamıyordu ama şu an bunun bir önemi yoktu. Lianca ve seçilen halefi ölmüştü, yumuşak kalpli ikinci kızı da kabileyi yönetecek güce sahip değildi. O kıza gençliğinden beri eşlik eden ve Kutsal Hükümdar'ın güvenini kazanan kişi olan o önderlik edebilirdi ancak bu cahillerle dolu kabileye, Kutsal Hükümdar'ın anlattığı o parlak geleceğe. Bilge Nyamgondho'nun buna bir itirazı yoktu, sonuçta o da Çiçek Tüyü Klanının bir evladıydı. Düğün gecesinin ardından kimse itiraz edemeyecekti.
O sessizlik anında tuhaf bir düşünce girdi kadının aklına, yeni ve tanımadık bir rüyaydı sanki. Acaba bir zamanlar arzu duyduğu, bir zamanlar yoldaşı olan adam Çiçek Tüyü Klanını hiç terk etmemiş olsaydı, Kutsal Hükümdar'a hizmet etmeye gitmeseydi de kadının değişimine, giderek artan başkaldırısına tanık olsaydı hoşuna gider miydi bu değişim, yoksa canını mı sıkardı? Canavarın için için yanan gözleri karanlıkta kadına kilitlendi, nabzı kadının nefeslerine karıştı, ikisi ayırt edilemez hale geldi. Neredeyse algılanması imkansız bir hareketle fitile bir kıvılcım sıçradı ve bulundukları yerden çok da uzakta olmayan varillere doğru hızla ilerlemeye başladı. |
For cryo DPS