Yepyeni “Cesur Tequil” Nüshası

Yepyeni
Yepyeni NameYepyeni "Cesur Tequil" Nüshası
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyNon-Codex Series, Non-Codex Lore Item
RarityRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionYepyeni "Cesur Tequil" nüshası.

Item Story

Issız, ırak bir mazinin hikayesidir bu. O günlerde dağlar insan ya da hayvan demeden her canlıya dişlerini biler, insan olsun veya olmasın yüreğini korkuya teslim eden herkesin ruhuna göz dikerdi.
Halk da dağ tanrısının onları sevmediğini, ondan uzak durmaları gerektiğini biliyordu elbet. Gelgelelim vahşi doğanın acı acı uğuldayan fırtınalarının ortasında, sonu gelmek bilmeyen uzun geceleri atlatabilmek adına mağaralara sığınmak zorundaydılar. Tabii mağaralar da tıpkı dağlar gibi bu göçebelerden yaptıklarının bedelini söke söke alıyordu. Güç bela başlarını sokacak bir yer aradıkları bu ıssız topraklarda akrabalarını kaybeden sayısız kabile vardı.

Yiğit Tequil ve onun iyi kalpli erkek kardeşi Rimac da bu kabilelerden birinde doğmuştu.

Onların doğduğu saatlerde, mağaraların hem içinde hem dışında uzun ve ızdırap dolu bir gece hüküm sürüyordu. Titrek titrek yanan kamp ateşi bile etrafına toplanmış olan kabile halkının yüreğine su serpmiyor gibiydi.
Herkes kara kara düşünüyordu:
"Yakında bu ateş de sönecek... İşte o zaman bittiğimizin resmidir!"
"Bu gece ne zaman sona erecek artık? Çok üşüdüm... Midem de kazınıyor zaten..."
"Aman, ne olacaksa olsun artık! Bırakın da gecenin içinde kaybolayım madem! Bu işkenceye katlanacağıma ölürüm daha iyi!"
"Vah, zavallı çocuklar... Zavallı, zavallı çocuklar sizi..."

Gelgelelim Tequil ve Rimac, dünyaya gelirken diğer çocuklar gibi üzgün üzgün feryat etmemişlerdi.
Tequil ağlamak yerine mağaranın derinliklerini seyre dalmıştı. Mağaradaki kötücül hizmetkarlar onu korkutmak için ellerinden geleni yapsa da Tequil keskin bakışlarını bir an olsun onlardan kaçırmadı.
"Görüyor bizi! Keskin pençelerimizi, uzun dişlerimizi görüyor ama biraz olsun korkmuyor!"
Kendi aralarında endişeyle fısıldaşan kötü yaratıklar, istemsizce de olsa pençelerini ve dişlerini geri çektiler.


Bu sırada Rimac ise ellerini sallayarak kahkahalar atıyor, dereye yuvarlanan çakıl taşları gibi yankılanan gülüşüyle etrafındaki dertli kabile üyelerinin bakışlarını üstüne çekiyordu. İşte o anda, ateşin zayıflasa bile hiç sönmediğini fark etti kabile üyeleri. Rimac ellerini tekrar sallayarak yanındaki odunlara hafifçe vurdu.

"Ateşi körükleyin! Ateşi körükleyin!"
Yeni doğan bu bebeğin hatırlatmasıyla yaşlı kabile reisi bağırmaya başladı. Tüm kabilenin üstüne sinmiş, onları yiyip yutmak üzere olan korku bir anda yok oluvermişti.

İnsanlar ayağa kalkıp ateşi körüklediler ve obsidiyen kılıçlarını çekerek tıpkı Tequil gibi gözlerini mağaranın derinliklerine diktiler.

Mağaradaki canavarların içi öfke ve kin doluydu ama bu insanların silahlarını ellerinden bırakmayacaklarını ve gözlerini kapatmayacaklarını anlamışlardı artık. Korku çoktan buhar olup havaya karışmıştı, haliyle ölüm de adım adım geri çekilmek zorundaydı.

İki kardeş ancak güneş tekrar doğduğunda gözlerini kapatıp annelerinin kucağında uykuya daldılar.

İşte bu sayede kabile halkı hayatta kaldı ve mağaradan ayrıldı. Korkuya boyun eğmeyen bu insanları upuzun bir ömür bekliyordu.

Öte yandan şeytani hizmetkarlarının bu şekilde yenik düşmesi, efendileri Coatlicue'nin dikkatini çekmişti.
Yer altı dünyasının annesi ve on binlerce mağaranın hanımı olduğunu iddia ediyordu bu şeytanların efendisi. Kayalık sarkıtlar misaliydi dişleri; ıslak, dondurucu soğuk rüzgarlar gibiydi dili. Her uyandığında ancak on binlerce yaşayan ruhu yiyip bitirerek doyabilen Coatlicue'nin elinden kaçan ilk insanlar Tequil ve Rimac olmuştu.
Olanlar karşısında utanç içinde kalan bu toprak ana, elini salladı ve korku içinde kayaların arasına sinmiş o kötü canavarlara bir güzel haddini bildirdi.
"Gidin, gidin diyorum size! Gidin de başarısızlığınızı telafi edin, rezil ettiniz beni! O budala fanileri yakalayın ve karnımı doyurun!"

Gelgelelim korkunun hezimete uğratılabildiğini zaten bir kez görmüş olan insanlar, bu dehşete nasıl göğüs gereceklerini artık çok iyi biliyordu.

Dağların eteklerine yerleştiler, tahta kazıklarını sivrilttiler, ateşler yaktılar ve kazıkların arkasında nöbet tutması için en iyi savaşçıların eline en keskin bıçakları verdiler. Parlak gözleriyle ateşin ışığının ardında kalan vahşi doğayı izliyor, delici bakışlarını öteden bir an olsun ayırmıyorlardı.

Coatlicue'nin hizmetkarları, kılıçlar ve ateş karşısında yenilgiyi tatmaya devam etti. Artık karanlıkta saklanmaktan başka bir şey yapamıyorlardı, öyle ki alevin yanına yaklaşmaya korkar olmuşlardı.

İnsanların kalplerindeki ateş tutuşmuştu bir kere ve artık zaferden, ışıktan ve yılanın sonunun geldiğinden söz etmeye başladılar. Tequil'e ve Rimac'a inanıyorlardı. Bu iki kardeş kesinlikle ısıyı ve ışığı canlı tutabilirdi.

Tequil ve Rimac da aynı şeyi düşündüler ve kötü yılanın zalim efendisini yok oluşa sürüklemek için mızraklarını ve kılıçlarını bilediler.

Ne var ki bu kabileden nefret eden toprak ana da pes edecek gibi değildi.
Mağaranın en derin bölgelerinden bir yığın çamur aldı ve bu çamurla bir yılan yarattı. Daha sonra da kendi gözünü çıkarıp yılanın göz yuvasına yerleştirdi.
"Ateşe tanıklık etmenize o çocuk sebep oldu. İşte o yüzden gidip onun gözlerini yutacağım."

Sonra bir akşam olanlar oldu. Güneş daha yeni batmış, gecenin örtüsü gökyüzüne yavaş yavaş yayılmaya başlamış, ışık saçan yıldızlar henüz baş göstermemişti. Yılan, kabilenin sınırlarının dışında bir tavşanı ısırarak öldürdü ve bedeninin içine girerek yere uzandı.

Ot toplamaktan dönen Rimac da işte bu tavşana rastladı. Tavşanın yaralı olduğunu gören bu yufka yürekli çocuk, hiç tereddüt etmeden meşalesini yere bıraktı ve topladığı otlara uzandı. Sonra da otları ağzına atıp çiğneyerek tavşanın yaralarına sürmek için hazırlamaya koyuldu. Toprak ananın gönderdiği yılan tam da o sırada yaranın içinden sıçrayıverdi ve kahkahalar atarak şöyle dedi:

"Hahaha! Cahil, aptal insan seni! Zavallı bir tavşan için canını feda ediyorsun!"

Rimac, meşalesine uzanmaya yeltenemedi bile. Toprak ananın yılanı, zehirli dişlerini çocuğun boynuna geçirerek onun vücuduna girdi, sonra da hem kalbini hem de ruhunu ele geçirdi.

Toprak ananın bir sonraki kurbanı ise savunmasız haldeki nöbetçilerdi. Ot toplamaktan dönen Rimac'ı her zamanki gibi karşılayan nöbetçiler, kalplerini delip geçen yılan tarafından oracıkta öldürüldüler. Kabilenin yaktığı ateşlerin hepsi söndürülmüş, ölüm ve korku karanlığın içinde küllerinden yeniden doğmuştu.

Toprak ana, yılanı dışarı tükürdü ve zehirli dişlerinin arasından haykırdı:
"Bakın bana ey kibirli aptallar sizi, buradayım! Haddinizi bilin ve derhal önümde diz çökün!"

Gelgelelim birbirine çarpan iki taşın sesi onu durdurdu. Bu olanlar sırasında obsidiyen bıçağını bileyen Tequil, elindekileri kullanarak çadırının alev almasını sağlamıştı.

Tequil, bıçağını kaldırarak ileri doğru hücum etti ve bıçağını toprak ananın elçisine doğru fırlattı. Bıçağın alev alev yanan ucu, çamurdan yaratılmış o zehirli yılanı kolayca ikiye ayırmıştı. Tequil tam saldırısına devam etmek üzereydi ki o anda erkek kardeşinin gözlerini ve kan revan içindeki ellerini gördü.

O bir saniyelik tereddüt, yaralı yılanın kaçmasına yetmişti. Tabii yine de ateş vücudunu adeta yakıp kömüre döndürmüş, toprak ananın gözü neredeyse yanıp kül olmuştu.

Kabilenin sonu artık gelmişti. Bir daha aralarından hiçbiri, toprak anaya baş kaldırmaya cüret edemeyecekti.

Toprak ana, çıktığı karanlığa geri çekilirken bunu düşünerek kendisini teselli etti.
Her ne kadar istese de, bağırmak için yanıp tutuşsa da Rimac'ın ismini haykıramadı Tequil. İçin için yanan küller boğazına yapışmıştı. Erkek kardeşi tuzla buz olup geceye karışırken yalnızca izlemek geldi elinden.

Gece nihayet sona erdiğinde harabelerin arasında duran Tequil, hayata tutunan kabile üyelerinin artık burada kalamayacağını biliyordu. Kafa karışıklığını ve acısını kalbinin derinliklerine gömdü, sonra da halkını yeni bir yolculuğa çıkardı.

Dağları ve kanyonları aştılar, korkunç canavarları ve zehirli böcekleri atlattılar. Tequil bu yolculuk boyunca gözünü bir an olsun kırpmadı, bıçağına ve meşalesine var gücüyle sarıldı.

Nihayet sönmüş bir yanardağın yanında, onları kabul edecek bir kabile buldular.

Tequil ancak kabilesinden geriye kalan kişilerin ihtiyar şamanın gözetiminde uykuya daldığını gördükten sonra rahatlayıp yere yığıldı.

Uyandığında ise kendini alev alev yanan bir mağarada buldu. Dağ sanki yavaş yavaş nefes alıyor gibiydi, etrafını saran lavlar adeta düzensiz atan bir nabız gibi ahenksiz bir ritimle dalgalanıyordu. Tequil ayağa kalktığında lav da kaynayarak köpürmeye başladı ve dört bir yandan bir gürültü duyuldu:

"Kardeşini aramaya kalkma. Onun gözleri, kurnaz bir yılanın midesinde artık."
"İyi ama kardeşimi kurtarmam ve o zehirli yılanın peşine düşmem gerek!"

Tequil'in sözleri mağarada yankılansa da Dağların ve Ateşin Tanrıçası'ndan bir cevap gelmedi.
Tequil de ona şöyle dua etti:
"Ne olur yaşasın kardeşimin adı. Karşılığında feda etmeye hazırım kalbimi ve kanımı."
Tanrıça, her bir sözünün yankılandığı o mağarada Tequil'e cevap verdi.
Dedi ki:
"İşittim duanı, fakat kardeşinle aranızda kalmadı artık kan bağı. En derin dehlizlere düştü adı."
Tequil kafasını kaldırarak dileğini tanrıçaya iletti:
"Dönüştür ateşe kanımı, aydınlatsın kalbim çukurları. Kanım kuruyup bitmeden geri getireceğim kardeşimi, canımı."
"Kanımı ateşe çevir ki ruhum o yılanı yakıp yok edebilsin. Yeminim yemin olsun ki kanım kurumadan onun kellesini almış olacağım."

Tequil tekrar gözlerini açtığında kabilenin ihtiyar şamanı ona yiyecek ve su verdi, sonra da eline yepyeni bir kılıç tutuşturdu.
En sonunda da Tequil'in omuzlarını kavrayıp onu kutsadı:
"Ateşinin zehirli yılanın zehrini kurutması dileğiyle."

Böylece Tequil yeni bir yolculuğa baş koydu. Kuvveti sonsuzdu, bedeni yorulmak nedir bilmiyordu, damarlarında akan kan ise lav gibi yanıp fokurduyordu adeta. Çayırları, karla örtülü tepeleri, dipsiz vadileri ve devasa dağları aştı; Dağların ve Ateşin Tanrıçası ise düşen taşların ve kayalıklardaki yarıkların arasından ona yol gösterdi. Tequil bu sayede hiç tereddüt etmeden yoluna adım adım devam etti.

Erkek kardeşiyle tekrar karşı karşıya geldiğinde toprak ana, Rimac'ın bedenini ve sesini kullanarak onunla bir kez daha alay etti. Ne var ki pençeleriyle Tequil'in göğsünü deldiğinde Tequil'in parmağını bile kımıldatmasına gerek kalmadı. Toprak ananın kemikleri, Tequil'in cayır cayır yanan kanıyla eriyiverdi.
Tequil, şeytanların zalim efendisine bakarak yüksek sesle şunları söyledi:
"Benim kardeşimin altın gibi bir kalbi vardı. Bugün aramızda olsa burayı çok daha güzel bir yer haline getirmişti bile."
"Ama sen onu zehirleyerek aşağıladın, onuruna gölge düşürdün, onun erdemine inanan masum insanların canına kıydın!"
"Geber aşağılık, zehirli böcek seni! Geber de yok ol artık!"
Olanca kuvvetiyle kükreyen Tequil'in kanı, obsidiyen kılıcı ıslattı. Kılıç bir anda kızıla boyanmış, kızıp sıcacık olmuştu. Kabuğunun, kemiklerinin ve ruhunun un ufak olduğunu hisseden toprak ana ise olanları korkuyla izledi sadece. Çığlık atabilmek istiyor, pençeleriyle Tequil'i paramparça edebileceği anın fırsatını kolluyordu.
Ne var ki çıtını bile çıkaramıyordu çünkü ateşin ışığı sayesinde Dağların ve Ateşin Tanrıçası tek gözünü açmış, bu bedenin eski sahibi olan o sessiz ruh ise uyanıp yılanı boğazından kavrayıvermişti.
Tanrıça haykırdı:
"Kötülüğün gölgesi, alçak yılan seni! İşte şimdi ışık tarafından hak ettiğin gibi defedileceksin!"
Alevler, kasvetli ve soğuk mağaranın her bir köşesine yayılırken içerideki zehirli böceklerin hepsi yok oldu. Alçak komploları ve entrikaları da onlarla birlikte küle döndü.
Tam da kanının son damlası yanıp kül olmak üzereyken Tequil'in içinde bulunduğu mağaranın tavanı titremeye başlamıştı. Titreyen tavanda açılan çatlaktan bir mücevher düşüverdi ve Tequil'in yarasını kapattı. Düşen taşlar da yılanın ısırdığı bu ruh için yeni bir beden yaratıverdi.
Dağların ve Ateşin Tanrıçası tekrar konuşmaya başladığında sesi duvarlarda yankılanıyordu:
"Senin kalbini ve kanını gördüm. İşte o yüzden ben de sana kendiminkini veriyorum. Şimdi kardeşinle beraber kabilene dön."
"Ancak bil ki bu kalbi ve kanı senin için değil, adalet ve eşitlik için veriyorum. İyi kalpli ve cesur kimseler için veriyorum."

Bir gece, kabilesinin sınırlarının dışında günlerce beklemiş olan ihtiyar şaman, geri dönen Tequil'i ve kardeşi Rimac'ı karşılamak için ayağa kalktı.
Kardeşler, kendilerine verilen suyu ve yiyecekleri alarak şöyle dediler:
"Zehirli yılan yok edildi ve biz galip geldik."
"Ancak bu kalp ve kan bizim hatırımız için değil, adalet ve eşitlik için verildi. İyi kalpli, cesur kimseler için verildi."
"Ateşi yakın. Birlikte dimdik duracak, bu alevin bir daha asla sönmemesini sağlayacağız."

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton