Yanardağ Lordu ve Gölge İğneleri

Yanardağ Lordu ve Gölge İğneleri
Yanardağ Lordu ve Gölge İğneleriNameYanardağ Lordu ve Gölge İğneleri
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyBook, loc_fam_book_family_1056
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionNanatzcayan çocuklarının çok sevdiği kahraman Traore'nin efsanelerinin yer aldığı dokuma bir parşömen.

Item Story

Yanardağ Lordu'nun kabile halklarına karşı verdiği mücadeleyi anlatan hikayeden bir bölüm bu.
Hikayenin en başından başlayacak olursak, hikayecinin anlatıp bitirmesi için on yedi gün on yedi gece kamp ateşinin başında oturmamız gerekir, o zamana kadar da çocuklar uykuya dalmış olur ve sondaki en iyi kısmı kimse duyamaz.
O yüzden... "Dinleyici için daha az önemli olan" bazı kısımları atlayalım.
Onun yerine, Kükürt Damarları üzerinde asılı duran Gölge İğnesinden ve Yanardağ Lordu'ndan bahsedelim.

Hikayemiz, büyük canavarların bu topraklardan çekildiği ve boş Büyük Tollan Yanardağı'nın karanlık Yanardağ Lordu tarafından işgal edildiği bir zamanda geçiyor.
Büyük Yanardağ bir zamanlar büyük ejderhalara ev sahipliği yapıyordu, bunun ayrıntılarına girmeye çok gerek yok. Ancak bu ejderhalar alevlerin arasından kaçarken sinsi Yanardağ Lordu onların meskenlerine el koydu.
Bu Lordun nasıl biri olduğunu kimse bilmiyor, ancak onu gören kabilenin büyüklerinin hepsi onun siyah ve mor renklerde kocaman bir semender olduğunu söylüyor. Kadim zamanlarda, insanlar semenderlerle ejderhaları karıştırırlarmış ama şimdilerde herkes semenderlerin ne olduğunu biliyor.
Kısacası, Yanardağ Lordu Natlan topraklarına hakim oldu ve pek çok acımasız zulüm gerçekleştirdi. Orta denizin kaplıcalarında yıkanarak Kaplıca Halkının dumanla kaplanmasına neden oldu ve Gök Kubbenin Evlatlarının üzerine kıvılcımlarla dolu rüzgarlar estirdi. Hatta Bereket Kolektifinin tamamını yutacak kadar ileri gitti! Tatankazorlar ile kabilenin savaşçıları, uyurken onun karnını yarıp kaçmasalardı işler iyice çığırından çıkabilirdi.
Neticede, bu acımasız zalim aklınıza gelebilecek her türlü kötülüğü yaptı ve kabileye en olmayacak acıları yaşattı.
İşte o gün yanardağın içine uzandı ve simsiyah bedenine şöyle bir baktı... Sonra aklına yeni ve kötü bir fikir daha geldi.
"Yanardağın altı çok karanlık, hatta aysız bir geceden bile daha karanlık! Kendi bedenimi bile göremiyorum."
"Doğudaki Yankıların Çocuklarının vadilerinde sayısız mücevher olduğunu duydum. O küçük parlak taşların hepsini yutabilirsem eğer, karnım en karanlık yerlerde bile yıldızlı gökyüzü gibi parlar."
Sözlerini bitirdikten sonra arkasını döndü ve böyle yapmaya karar verdi.
Ancak Yanardağ Lordu çok büyüktü ve küçük bir Uçan Sincabın kendisini dinlediğinden haberi yoktu.
Küçük Uçan Sincap hemen gidip duyduklarını bir uçan Filojiston Bitine anlattı. Bit de giderek o anda otlamakta olan Uzun Boyunlu Gergedana anlattı, o da gidip en iyi arkadaşı olan bir Tepetlizora anlattı. Bu Tepetlizor, Yankıların Çocuklarının en büyüğü olan Traore'nin Sürüngen yoldaşından başkası değildi.
Böylece Traore, yoldaşından Yanardağ Lordu'nun mücevherleri çalmayı planladığını öğrenmiş oldu.
Yankıların Çocukları için çok kötü bir zamanlamaydı bu. En iyi savaşçıları olan Şef Sundjatta ve yoldaşları hep birlikte devasa karanlık canavarı durdurmak için kahraman Tenoch'un peşinden en batıdaki adaya kadar gitmişti, dolayısıyla Yanardağ Lordu'na karşı savaşamazlardı.
Bunun üzerine, Traore ile kabileyi koruyan savaşçılar kabilenin Wayob'undan yardım istediler çünkü kabiledekilerin hepsi Wayob'un tüm bilgeliği ve en yüce ruhları temsil ettiğini biliyorlardı.
Wayob'un rehberliğinde Traore, Yanardağ Lordu'na karşı koymanın bir yolunu buldu ve askerlerle birlikte ağır bir darbe indirmek için hazırlık yaptı.

Yanardağ Lordu yanardağdan yoğun bir duman çıkarttı ve bu dumanın içine gizlendi. Bu kargaşa içerisinde Yankıların Çocuklarının vadisinin yakınlarına ulaştı.
Kükürt Damarlarına ulaştığında, küçük bir kabile üyesinin orada durduğunu gördü, sanki uzun zamandır kendisini bekliyormuş gibi bir hali vardı. Traore'ydi bu!
"Ey Lordum, ey Yanardağ Lordu, buraya geleceğinizi uzun zaman önce duyduk. Heybetli bedeninizin en iyi mücevherlerle süslenmeyi hak ettiğine inanıyoruz. O yüzden, özel bir taş oda inşa ettik ve tüm mücevherlerimizi oraya koyduk." dedi Traore.
Yanardağ Lordu durup bir düşündü, mücevherleri almaya geleceğini bu cılız insanlar nereden biliyorlardı?
Ne fark ederdi ki, sonuçta kendisi heybetli bir lord idi! Bu tür önemsiz detaylara takılmasına gerek var mıydı? Bu yüzden Traore'yi taş odaya kadar seve seve takip etti ama odayı görür görmez şaşkınlıkla öylece kalakaldı.
Çünkü odanın kapısı ancak bir insanın sığabileceği büyüklükteydi, devasa kara semenderin oraya sığması imkansızdı!
"Oda dediğin yer burası mı?" Yanardağ Lordu memnuniyetsiz bir şekilde burnundan soluyordu. "Buradan nasıl gireyim ben?"
"Eyvah, hepsi alelacele hazırlanmamızdan dolayı oldu, kusura bakmayın. Biliyorsunuz biz zavallı küçük insanlarız, sizin o ihtişamlı bedeninizin sığacağı büyüklükte harika saraylar yapamayız. Ancak yine de elinizi uzatsanız içerideki mücevherlere ulaşabilirsiniz." dedi Traore.
"Ama içeride ne olduğunu göremiyorum seni kurnaz ufaklık. Lordunu kandırmaya çalışırsın ha? Orada koluma zarar verecek bir mekanizma olduğunu görmedim mi sanıyorsun?"
"Merak etmeyin Lordum. O zaman şöyle yapalım, önce içeri ben gireyim, ardından siz kolunuzu uzatırsınız. İçeride size zarar verecek bir tuzak varsa eğer ilk önce ben ölürüm zaten, öyle değil mi? Kabilemiz mücevherleri sevdiği kadar ölümden de çok korkar. Böyle bir fedakarlıkta bulunmayı hiçbirimiz istemeyiz." dedi Traore.
Traore'nin söyledikleri Yanardağ Lordu'nun aklına yattı. Bu küçük kabile halkının canı daima çok kıymetliydi, değil mi? Yoksa neden kendisi için bir oda dolusu mücevher hazırlasınlar ki?
Bunun üzerine Traore, elinde altın bir düdükle taş odaya girdi, ardından da Yanardağ Lordu kolunu uzattı.
İçeride gerçekten de bir yığın mücevher vardı. Traore değerli taşları ve cevherleri Yanardağ Lordu'nun avucuna döktü. Traore döktükçe Lordun avucu doldu ve en sonunda ellerinin etrafı odanın kapısından geri çıkamayacak kadar büyüdü!
İşte tam da o anda...
Traore altın düdüğünü çaldı.
Taş odanın etrafında pusuya yatmış olan kabile savaşçıları Wayob'un gücünü hemen o anda ortaya çıkarması için dua ettiler. Wayob, daha önce kabile halkından üçü kısa biri uzun olmak üzere ödünç aldığı dört dikiş iğnesini Yanardağ Lordu'na doğru fırlattı.
Hem Wayob'un gücünü hem de kabile halkının etini ve kanını soğuran bu dört iğne uçtukça büyüdü ve devasa dört Filojiston çivisine dönüştü.
Yanardağ Lordu tuzağa düşürüldüğünü ancak o zaman anladı ve kurnaz kabile halkını içten içe lanetledi. Ancak mücevherlerle dolu olan avucunu artık açamıyordu. Elini taş odadan bir türlü çıkaramıyordu.
Bir iğne! İki iğne! Üç iğne!
Üç küçük taş sütun onun simsiyah kolunu Kükürt Damarlarına mıhlamıştı.
Ancak en sonuncu ve en büyük taş sütun düşmeden önce, Yanardağ Lordu dişlerini sıkıp kolunu kopararak oradan kaçtı.
Siyah kolu gölge gibi yere çakılı kaldı, işte bu yüzden Kükürt Damarlarının uzun kristal sütunları Gölge İğneleri olarak bilinir.
En uzun ve en büyük Gölge İğnesi ise Yanardağ Lordu çoktan kaçtığı için yere düşmedi. O Gölge İğnesi Kükürt Damarlarının üzerinde asılı kaldığı sürece, Yanardağ Lordu bir daha asla Yankıların Çocuklarının yakınlarına gelmeye cesaret edemeyecek.
Bahsi geçen Lordun ve Gölge İğnelerinin hikayesi de böyle işte.

Kendisini cesur bir şekilde yem olarak kullanan Traore'ye gelince, Yanardağ Lordu'nun kolunun kapattığı odadan nasıl çıktı?
Oradan çıkabilecek olağanüstü bir becerisi vardır herhalde. Sonuçta bu olaydan sonra onun hakkında pek çok efsane ortaya çıktı...

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton