Gizli Yeşim Pınarları

IconNameRarityFamily
Gizli Yeşim Pınarları (I)
Gizli Yeşim Pınarları (I)4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Gizli Yeşim Pınarları
Gizli Yeşim Pınarları (II)
Gizli Yeşim Pınarları (II)4
RarstrRarstrRarstrRarstr
Gizli Yeşim Pınarları
items per Page
PrevNext

Gizli Yeşim Pınarları (I)

Gizli Yeşim Pınarları (I)
Gizli Yeşim Pınarları (I)NameGizli Yeşim Pınarları (I)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyGizli Yeşim Pınarları
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionBambu ormanında kaybolan genç adam acaba yolda kimlerle karşılaşacak?
Genç adam uykusundan uyandı. Şafağın ilk çiy taneleri nilüfer yapraklarına düşmüş, kurbağalar şarkılarına bir kez daha başlamıştı.
Sabah güneşinin ışınları bambuları delip geçiyor, genç adamın keten kıyafetlerindeki önceki geceden kalma çiy tanelerini buharlaştırıyor, omzuna düşen beyaz yeleleri parlatıyordu.
Güneş yüzüne vurunca gözlerini kırpıştırdı ve yattığı yerden yarı uyanık doğruldu. Tam o an onu uykusundan uyandıran bir çift göz gördü, kehribar altın gibi parıldıyorlardı.
"Ne tembelsin, saat geç oluyor."
Altın gözlü ince kadın, genç adama doğru hafifçe eğilmişti. Uzun platin saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Sözlerinde sıkkınlık duyuluyordu fakat gözlerinde bir gülümseme saklıydı.
Genç adam gizli yeşimlerle dolu bu vadiye sanatını geliştirmeye gelmişti fakat beklenmedik biçimde bir gece aynı ormandan geçen Adeptusla karşılaştı.
Uzun, beyaz ve pamuktan bir elbise giyiyordu, inci beyazı bir yağmurluğu ve şapkası da vardı. Gözleri nezaketle parıldıyordu fakat kayıtsızdı, sesi ise berrak bir pınara düşen yeşim gibi zarif ve sakindi.
Adeptus öyle kadim, öyle sürükleyici hikayeler anlattı ki genç adam ayın doğuşu ile batışını, yıldızların döngüsünü ve yörüngesini unuttu... Şafakta başlayan kurbağa ve ağustos böceği seslerini bile fark etmedi.
Hikayelerden sonra Adeptus, genç adama diğer Adeptusların yaşadığı ıssız meskenleri gezdirdi ve orada ona yarım kalmış bir satranç oyunu izletti. Sonra berrak bir nehrin dibine götürdü onu ve ölmüş ilahların salonlarını keşfettiler beraber. Ardından dik yamaçlara çıktılar ve dağ kabilelerinin arkalarında bıraktığı viran şehirleri izlediler...
Ondan sonra ise gümüş kelebeklerin ay ışığında dans ettiği vakit pınarların altında oynayan balıkların rüyalarını keşfettiler ve bir zamanlar yılana tapan büyücü ataları gibi dans ettiler beraber. Ağustos böcekleri sustuğunda uykuya dalan dağ iblislerine ve tanrılarına eşlik ettiler.
Bütün bunları hatırlayan genç adam Adeptusa baktı ve iç çekti.
"Ne oldu? Az önce iyiydin, niye birdenbire daldın gittin?"
Yoldaşının merakını sezen genç adam sessizliğini bozdu ve ona bakarak kalbindeki korkuları anlattı.
"Faniler olarak gökle yer arasında dolanan geçici misafirlerden ibaretiz. Anlık neşelere ve hüzünlere kapılır, geçmişteki anılara takılı kalıp sürekli onların yankılarını ararız..."
"Peki böyle güzel bir gecede bir Adeptus ne düşünür?"
"Kendini fazla beğeniyorsun. Fakat seni bir anda unutabilirim... Biz Adeptuslar işte böyle kalpsizizdir."
Sonra genç adama sinsice gülümsedi ve gözlerini kıstı.
"Ama madem merak ediyorsun anlatayım."

Gizli Yeşim Pınarları (II)

Gizli Yeşim Pınarları (II)
Gizli Yeşim Pınarları (II)NameGizli Yeşim Pınarları (II)
Type (Ingame)Görev Eşyası
FamilyGizli Yeşim Pınarları
RarityRaritystrRaritystrRaritystrRaritystr
DescriptionBambu ormanında kaybolan genç adam acaba yolda kimlerle karşılaşacak?
Adeptusların ömrü uzundur, dolayısıyla kısa ömürlü fanilere kıyasla zamanı doğal olarak daha farklı algılarlar.
Fanilerin gözleri dar ve sınırlı bir geleceğe odaklıdır, Adeptusun gözlerindeyse zaman geniş bir resimli perde gibi açılır.
Fanilere göre zaman, ebedi bir kan nehri gibidir. Kızıl akıntı değişmez yolunda nasıl akarsa aksın, kaç kola ayrılırsa ayrılsın karşı konulamaz biçimde ufka doğru ilerlemeye devam eder. Bu ufuk o kadar kırmızıdır ki siyah görünür, uzak ve sessiz ölüm oradadır.
Fakat Adeptusun gözlerinde zaman çorak bir diyardır, ne başı ne sonu vardır. Bilinmeyen mesafelere uzanan örümcek ipeğinden ağlarla kaplıdır. Burada yürüyen veya koşan her şey, hatta kudretli dağlar bile fanilerin gözünde sabittir, Adeptusun gözündeyse hareket eden bulutlar gibi dağılırlar. Fanilerin ebedi bildiği cıva bile Adeptusun kehribar altın gözlerinde aşınır, parçalanır ve çöker. Geçici dertler veya sevgiden söz bile edilemez.
Hayatın sonsuz yolculuğunda faniler memleketlerini özler genelde, dolayısıyla zamanın sınırsız akışında dolanarak kayıp bir imgenin gelecekte yeniden yaratılabileceğine dair hayaller kurarlar. Geçen yılların akıntısıyla ilerleseler de karşılarına yıkıcı seçimler çıktığında şaşkın biçimde sık sık dönüp geçmişe bakarlar, sanki çoktan sönüp giden ışık geri dönebilirmiş gibi.
Fakat Adeptus böyle değildir. Tüm hareketlerle beraber o da ilerlemiştir, uçuşan altın beyaz saçları her dalgayı parçalamış ve her tortuyu dağıtmıştır, yalnızca geleceğe doğru koşmayı düşünür.
Dağ halkı eskiden onun zamanın kızı olduğunu düşünürdü. Saf bir pınardan ileri doğru atılan, hiçbir pranganın durduramayacağı beyaz bir at gibi. Mağrur annesi gibiydi o da, yoluna çıkan hiçbir duvar ya da yumurta kabuğu durduramazdı onu.
Ovaların çobanları bir zamanlar onun izinden gitti, kendilerini yabanın prangalarından kurtardı, su otlarını bulmak için göç yolculuğuna çıktılar. Altın beyaz at, diyardaki tüm sürülere işte böyle yol gösterdi.
Okyanusun derinliklerindeki krallık bir zamanlar onu bir elçi olarak gördü ve hayallerinde ona pullar ve kuyruk tüyleri verdi. Hem anne hem kız olanın getirdiği ışığa diz çökerek ibadet etti.
Fanilerin göklerin lütfunu aldığı günlerde büyük kahramanlar ve gezgin şampiyonlar onun lütfunu almak için berrak pınarlara gelirdi, ivedi uyanışının ardında bıraktığı yumuşaklık için birbirleriyle mücadele ederlerdi.
Fakat ay sarayı yıkıldığında, savaş arabası düştüğünde ve üç kız kardeş öldürüldüğünde felaketin kökeni ve geçmiş halkların çöküşüyle beraber bu efsaneler de unutuldu. Göklerden zalim bir düzen indi ve o günden beri yıldızlar oldukları yerde kaldı, dünya dönmeyi bıraktı.
Adeptusun ise yıldızlı gökyüzünün kabuğu içinde mahsur kalmaktan başka şansı yoktu. Bu durgun ve yabancı topraklarda oyalanarak annesinin binlerce ağını, sert taşın aşınmasını ve öteden gelecek bir sonraki karşılaşmayı beklemek zorundaydı...

"Sorunu cevapladım. Hikayenin devamının çoğunu da dün gece anlattım zaten."
Genç adam ne zaman olduğunu anlamamıştı fakat Adeptus beyaz bir gömlek giymişti. Saçılan gün ışığına sırtını döndü ve kehribar altın gözleri karanlıkta parıldadı.
"Bunu şimdi söylemem kaba duracak biliyorum ama... Seni yalnızca ulu bir Adeptus olarak tanıyorum ama ne geldiğin yeri ne de adını biliyorum. Öğrenebilir miyim?"
Bambu ormanında daha önce de tanımadığı bir çocukla karşılaşmıştı, o zaman yaptığı gibi yine yalnızca güldü ve hiçbir şey söylemedi.
Genç adam iç çekerek başını salladı ve Adeptusa veda etti.
Uzun yıllar sonra, genç adam yaşlanıp saçları ağardığında tesadüfen bu hatırayı anımsadı. Kılıcını artık suyun aktığı gibi savurabiliyordu, kendi okulunu kurmuş ve öğretmen olmuştu. Yine de Adeptusun ona anlattığı son hikayeyi anlamlandıramamıştı. Adeptus ise hâlâ kaderin ağlarında koşuyordu, izini tanrıların bakışlarından uzakta ormanların ve pınarların altında gizliyor ve kendisinin bile unuttuğu kadim hikayeleri koruyordu.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

TopButton